16 Ağustos 2008 Cumartesi

bir

Adam garajdan bozma yarı karanlık bir atölyede ki masasında oturmuş birşeylerle ilgilenmekteydi.derken kafasını yavaşca kaldırdı, gözlüklerini çıkardı; pekte temiz sayılmayacak mendiliyle gençliğini çoktan yitirmiş olan-ki sadece 30 yaşında olmasına rağmen- iri kahverengi gözlerini sildi .uzun zamandır bu işi yapmasına rağmen gözlerinin nem ve yeni rendelenmiş ahşabın karışımından oluşan, bu kesif kokuya, alışmamış olduğunu fark etti. gözlüğünün camlarını da itinayla sildikten sonra mendili katlayıp aldığı yere, yeleğindeki küçük cebe geri koydu. belli belirsiz kamburunu çıkarıp, tekrar yaptığı ahşaptan nesneyi eline aldı. uzun ince parmakları, bir kadının teninde dolaşır gibi nazikçe okşadı tahtayı. yüzünde hazdan doğan anlamsız bir çarpıklık oluştu. “evet güzel bir ceviz ağacı kaliteli ve dayanıklı ”diye düşündü. adamın elleri nesnenin üzerinde akıp giderken, kendini bilmez bir kıymık parçası, aniden derisinden içeri girdi. aynı anda beynindeki acı merkezine küçük bir sinyal gitti. adam huzursuzca yerinden kalkıp aletlerin olduğu tezgaha yaklaştı “yeterince zımparalanmamış” diye, söylendi. kıymığı izinsiz girdiği yeni mekanından çıkarıp, olması gereken yere, diğer talaşların arasına fırlattı.Şimdi kapının aralığından, belli belirsiz gerçek dünyaya ait sesler geliyordu. Bahçede oynayan çocukların sesine, karşı kaldırımdaki uyuz köpeğin sinir bozucu inlemeleri karışıyordu. adam pencereden köpeğe baktı. yüzünde önce bir acıma; sonra belirgin bir tiksinti ifadesi oluştu. bu duygu ona karısını hatırlattı. saattine baktı istemsiz olarak. “yemek yapmış beni bekliyordur” diye düşündü. kapıya doğru yanaştı tam çıkacakken vazgeçti, bu iş bugün bitmeliydi. son bir kez zımpara çekip masa lambasının altına bıraktı elindekini.artık tahtadan nesnenin ne olduğu daha net anlaşılıyordu. küçük bir sandalye ya da tabure. evet basit özeliksiz küçük bir tabure. adam göz ucuyla yaptığı işe baktı. sırtındaki ağrının vucuduna yayıldığını hissedip, “bugünlük bu kadar yeter” dedi.
Kadın atölyeden içeri girdiğinde, kocası girişteki iki kolonun arasına soğuk gri bir demiri lehimlemekle meşguldü. masanın üzerinde, bir gün önce yapılmış tabure sabit bir gölge gibi duruyordu. kadın yavaşça iç geçirdi. kocasının bu atölyedeki ilk günleri geldi aklına. nasıl da heycanlıydı günde birkaç saat buraya gelir, küçük biblolar yapardı. kadının da hoşuna giderdi bu. hem kendine ayıracağı birkaç saati, hem de kocasının sevgiyle yaptığı biblolara sahip olurdu. ama sonra her şey değişti; adam atölyeden çıkmaz olmuştu. biblolar çoğaldıkça adamın yüzündeki yaşam enerjisi azalmış, gözleri karanlık bulutlu bir geceye dönüşmüştü. o sevimsiz tahtadan biblolar ,acımasız barbar orduları gibi, önce adamı sonra tüm hayatlarını ele geçirmişti. tekrar durup tabureye sonra kocasına sonra da kasvetli atölyeye baktı kadın. yanlış bir şeyler olduğunun farkına vardı. tam bu esnada kocası arkasını döndü, bir saniyenin yarısı kadar birbirleri ile bakıştılar sonra kadın hafifçe bir omuz silkti. İkisi de yaptıkları işlere geri döndüler, tek bir kelime bile konuşmadan.
Güneşli bir öğleden sonra adamla kadın dışarı çıkmışlardı.- bugünü diğer güneşli günlerden ayıran uzun zamandan sonra ikisinin ilk kez beraber bir şeyler yapıyor olmalarıydı-. adam sabah erkenden kalkmış, dışarı çıkmıştı daha sonra karısını arayıp yemek yemeyi teklif etti. kadın heyecanlanmış, kocasının en sevdiği elbisesini giymişti.adamın aksine kadın, gençliğinin en ihtişamlı günlerini yaşamaktaydı . adam buluştuklarında bunu fark etmiş “bu elbise sana çok yakışıyor” demişti. halbuki uzun zamandır bırak iltifat etmeyi varlığından bile haberdar değildi kadının. Adam, liseli bir aşık gibi, karısının elini tutmuştu. küçükken deniz kenarında geçirdikleri yazlar geldi sebepsizce kadının aklına belki sebepsiz değildi şu andaki mutluluğunu ona benzetti bir ürperti yayıldı vücudunda gülümsedi, adama baktı. yüzündeki karanlığı göremedi. Adam da ona gülümsedi. beraber cadde boyunda yürümeye başladılar, gölgeleri iki zarif akasya ağacı gibi kaldırıma düştü. o zaman kadın adamın elindeki torbayı fark etti, içinde ip yada halat benzeri bir şey olan torbayı. “ipi ne yapacak ki” diye düşündü bir saniye. adam eliyle usulca kadının belini kavradı o an her şeyi unuttu, yeniden bir mutluluk dalgası yükseldi ayaklarından başına doğru, tekrar sahilde güneşin altında yatan küçük kız oldu.
Adam, atölyede tek başına ayakta duruyordu. içerideki her şeyi toplanmış kutulara konmuştu. artık işine yaramayacak bu aletlerden biran önce kurtulmak için onları aceleyle dışarı taşıdı. bir poşet bir de tabureyi saymazsak, atölye hemen hemen boşalmıştı.-ilk günden bugüne taburede ki tek değişiklik artık boyanmış olmasıydı. bu haliyle küçük bir çocuğun süslü odası için ideal görünüyordu. ama bir çocuğun yemek yerken ya da oynarken üstüne oturması için yapılmamıştı- adam duvara lehimlediği demire yaklaştı, zıplayıp iki eliyle asıldı demire oldukça sağlam görünüyordu, “Suya düştüğümüz için değil, sudan çıkamadığınız için boğuluruz * ” diye mırıldandı demire- bu söylediği laf çok hoşuna gitmiş olmalıydı ki kendi kendine gülümsedi.- boş bir garjda bir demirle konuşan yalnız bir adam, ne kadar anlamsız geliyor size bu sahne değil mi? Ama az sonra her şey bitecek, adam karısının istediğini yerine getip bu mekandan sonsuza dek kurtulacaktı. bu yüzden bu duygusallığını hoş görüyor hikayemize kaldığımız yerden devam ediyoruz- son bir kez daha demiri kontrol ettikten sonra poşetteki ipi çıkardı, kirişteki demire geçirip, tıpkı bir kravat bağlar gibi kusursuz bir düğüm attı. Bugüne kadar bu kadar iyi bir düğüm atabileceğini kendisi de bilmiyordu. çocuğuyla gurur duyan bir baba gibi eserine baktı. sonra tabureyi demirin altına koydu. artık her şey hazırdı. yavaşça taburenin üstüne çıktı, kafasını ilmekten içeri soktu; o anda ne düşünüyordu kendi de tam olarak emin değildi, ama suratında ölçülü, pişmanlık tanımayan ifade vardı. Bir kez daha etrafına bakıp, tabureyi kararlı bir şekilde itti. Akciğerleri son bir kez havayla doldu, gözleri büyüdü; vücudu yapması gereken tepkiyi verip belli belirsiz birkaç kez çırpındıktan sonra, suratında boğularak ölen insanlardaki o çirkin ifade oluştu. Artık garajda, ölü bir adam; devrilmiş bir tabure ve boş bir poşetten başka hiçbir şey yoktu.Kadına mı ne oldu? Bilmiyorum… kadının gelmesini bekleyecek kadar orda kalmadım